YARGI VE MEŞRULUK

 

Balyoz Soruşturması sonucunda hazırlanan iddianamenin kabul kararından sonra, yargılamayı yapacak Özel Yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesi, duruşma hazırlık tutanağıyla (tensip tutanağı), aralarında halen görevde bulunan generaller dahil, 102 asker sanık hakkında, YAKALAMA EMRİ çıkartarak tutuklanmalarına karar verdi.

 

Mahkemece çıkartılan yakalama kararının gerekçesi, tensip tutanağında; “delil durumu, suçun vasfı, kuvvetli suç şüphesi bulunması, suçun katalog suçlardan olması nedeniyle adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı” olarak belirtildi.

 

Böylece, her şüpheli ve sanık için rahatlıkla kullanılacak bu standart sözcüklerle, 102 “insan”,  üç kişinin, “Türk Ulusu” adına kullandığı yetkiyle, özgürlüğünden ve kişisel birçok hakkından yoksun bırakılmış oldu.

 

Her şey bu kadar basit!.

 

Somut özgürlükleri sınırlamak için, soyut suçlama ve gerekçelerin kolayca kullanıldığı Ergenekon soruşturmasıyla başlayan bu süreçte, savcı ve yargıçların sorumluluğunu tartışmak gerekiyor.

 

Bir yargı kararının adil olabilmesi için en çok ihtiyacı olan şey meşruluktur. Meşruluk, toplumda genel kabul gören bir duygudaşlığı yansıtır. Özellikle, tarafsız gözlemcilerin, hakkaniyete uygunluğu konusunda tereddüt etmeyeceği yargı kararları meşru olarak kabul görür.

 

Dolayısıyla, tarafsızlık ve adalete uygun davranma özellikleri bir yargıç için temel nitelikler arasında olup yaşamsal önem taşır. Bu özelliklere uygun ortamı ise yargıca tanınan bağımsızlık ortamı sağlar. Bu yönüyle bağımsızlık objektif, tarafsızlık ise subjektif bir karaktere sahiptir.

 

Demokratik görüntülü devletlerde dillerden düşürülmeyen hukukun üstünlüğü kavramı nedeniyle artık kaba hak ihlalleri yaşanmamaktadır. Bunun yerine hukukun araç olarak kullanılması yeğlenmektedir. Nedeni ise basittir: Meşruluk gereksinimi. Çünkü hukuk aracılığıyla yapılan hak ihlallerinin topluma kabul ettirilmesi daha kolay olmakta, üstelik çağımızın vebası haline gelen terör bahanesi kullanıldığı zaman da akan sular durmaktadır.

 

Terörle mücadele, ceza yargılamasının her aşamasında olağanüstü yöntemlerin kullanılmasına olanak tanıyan bir meşruluk zemini hazırlar. Bu amaçla, istisnalar kural haline getirilir. Bu çerçevede kişi hak ve özgürlüklerini çiğnemek için başka argümanlar da kullanılır. Bunların başında “eşitlik” kavramı gelir. Denilir ki, bakın yasalar karşısında herkes eşittir. İster görevde olsun, ister emekli. İster savcı olsun isterse bir orgeneral. Kimsenin hukuk karşısında ayrıcalığı yoktur. Oysa asıl söylenmek istenen şudur: Ey sıradan yurttaş, gördüğün gibi ben emekli bir orgenerali de, hatta görevinin başındaki bir korgenerali de, bir savcıyı da istediğim an gözaltına alabiliyor, tutuklayabiliyorum. Bunu gör, bunu bil, ona göre davran.

 

Ancak, topluma korku salan bu tehdit dalgası, toplumsal vicdanlarda yer etmiş adalet duygusuna çarptığı, meşruluk süzgecine düştüğü zaman ters tepebilir.

Türkan Saylan konusunda böyle oldu. Yazboz oyununa dönen Balyoz soruşturmasında da aynı duygunun yaşandığından emin olabilirsiniz. Askerlik yaptığı dönemde edindiği “onbaşı” ve “çavuş” rütbesini bütün yaşantısı boyunca onurla taşıyan Mehmet Çavuşun, Ahmet Onbaşının ya da halen görevde olan sınırdaki erin, yanı başında yaşayan komutanı hakkında yedi yıl önceye ait iddialara dayalı olarak verilen böyle bir kararı kabullenmesi meşruluk açısından her halde zor olsa gerek. Bu nedenle, yargılamada, adil, eşit ve tarafsız davranma kuralını, adil yargılanma ilkelerini ihlal eden ve hukuksuzluğu kronikleştiren soruşturma ve kovuşturmalar toplumsal vicdana gelip çatmıştır. Sorunu yasa maddelerinde aramak boşuna bir gayrettir. Anlaşılıyor ki, bu tür soruşturma ve kovuşturmaların savcı ve yargıçları, kendilerine sağlanan dokunulmazlık kalkanını (meşruluklarını), kamu vicdanı karşısında sonsuza dek taşıyamayacaklardır. Gözaltına almalarda ve aramalarda dayanılan soyut iddialar, tutuklamalar için gösterilen ve yinelen basmakalıp sözler artık meşruluğun bir ölçüsü olan haklı gerekçe olarak kabul görmüyor. Meşruluk zemini ayakların altından kayıp gidiyor.

Anayasa, hatta uluslar arası hukuk metinleriyle başlayan hukuksal normlar hiyerarşisi bozulur ve özgürlüklerin içleri boşaltılırsa, yaratılan korku imparatorluğuna toplumsal meşruiyet bulunamaz, var olanı da yok eder.

 

Kanadalı iletişim uzmanı Marshall Mc Luhan, ortam mesajdır, diyor.

 

İktidarın her gün gündem yaratarak verdiği mesaj, hukukun bir korku salma aracı olduğu yönündeki kanıyı güçlendirirse, demokrasinin en önemli meşruluk aracı olan hukuk zemini kaybolur ve sadece yargı değil, yürütme de meşrutiyetini öncelikle yitirebilir. Yargının adaletin gerçekleştirilmesi yerine araçsallaştırılarak yeni bir siyasal yapının kurulmasına hizmet etmesi, egemenlik ilişkisinin gereği olarak değil, hegemonik bir ilişki olarak görülür. Yargıçların, yeni hegemonik ilişkide, meşruluklarını aldıkları anayasal düzenden yana mı, yoksa yeni siyasal düzene mi hizmet ettikleri ise ancak tarihin konusu olabilir.

 

Bu nedenle, gecikmeksizin yargı kurumları harekete geçirilmeli, siyasal iktidar HSYK nun toplanmasına engel olmamalı, üzerlerine taşıyamayacağı sorumluluklar yüklenen savcı ve yargıçlar bu sorumluluklardan biran önce kurtarılmalıdır.

 

Av. Başar YALTI

Av. Dr. Başar Yaltı
[email protected] | 0212 347 22 41
Cemil Aslan Güder Cad. Mobil Sit. Eser Apt. No:13/7 Gayrettepe, İstanbul