Özdemir Özok’un ölümüyle boşalan Türkiye Barolar Birliği başkanlığına, seçime katılan 385 delegenin kullandığı geçerli 383 oyun 178 ini alan Ankara Barosu Başkanı V.Ahsen COŞAR seçildi. Oyların 149 unu İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın, 56 sını ise adaylardan Güneş Gürseler aldılar.
Türkiye Barolar Birliği delegelerinin yaptıkları değerlendirmelerde, iki baro başkanı arasında geçeceği varsayılan seçimde, kendi ifadesiyle, arkasında bir baro bulunmayan Güneş Gürseler’in aldığı 56 oy bir başarı olarak görülmelidir. Her seçimde kullanılan ve artık klasikleşmiş, “oylarımız boşa gitmesin”, “nasıl olsa kazanamayacak” gibi argümanlar dikkate alındığında, Güneş Gürseler’in gerçek oyunun 75 - 80 aralığında olduğu kabul edilmelidir. Bu oy sayısı küçümsenecek bir miktar olmayıp, %20 ler civarında bir orana denk düşmektedir.
İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın, İstanbul Barosunun 80 delegesinden 65-70 kadarının peşin desteğini almasına karşın, ancak 149 oy toplayabilmiştir. Yüzde yirmi oranında hazır destekle seçime katılıp, %7.5 farkla seçimi kaybetmek kanaatimce, bir başarısızlıktır. Yaşanan başarısızlığın ana nedenleri özetle, şu şekilde sıralanabilir.
1- İstanbul Barosu delegeleri başkan adayını belirlerken doğru seçim yapamamışlardır.
İstanbul Barosu Başkanı, Türkiye Barolar Birliği için başkan seçimi söz konusu olunca kendisini doğal bir aday olarak görmeye başlamış, çevresindeki birçok kişi de bu düşünceyi desteklemiştir. Seçim öncesi dönemde, Anadolu’daki birçok baro başkanının, artık İstanbul’dan bir adayı Türkiye Barolar Birliği Başkanı olarak görmek istediği, bu kişinin de doğal olarak Baro Başkanı olması gerektiği tezi savunulmuş, bu yanlış bilgi ve öngörü adeta, delegelere empoze edilmiştir. Bu nedenle, Türkiye Barolar Birliğine başkan seçmek temel anlayışı kenara itilmiş, peşin bir hükümle İstanbul Baro Başkanının yeni makamının TBB Başkanlığı olduğu inancı yayılmıştır. İstanbul Barosu Başkanının, uygun bir aday olup olmadığı yeterince araştırılmamış, önseçim aceleye getirilmiş, baro başkanlığında geçen ve genel olarak başarısız olarak nitelenen dönem göz ardı edilmiştir. Ayrıca, Baro Başkanının Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına uygun özelliklere sahip olup olmadığı değerlendirme dışı bırakılmıştır. Bu tutumda, neredeyse biat kültürüne dönüşen yandaşlık anlayışı da büyük ölçüde etkili olmuştur. Sonuç olarak, İstanbul Barosu Başkanının yarattığı imaj ve sergilediği performans Türkiye Barolar Birliği Genel Kurul delegeleri tarafından yerinde görülmemiş, seçimi Ankara Baro Başkanı kazanmıştır.
2- Seçim stratejisinin saptanması ve sürdürülmesinde yanlışlıklar yapılmıştır.
TBB olağanüstü kongresine kadarki dönem, İstanbul’da yapılan ön seçim dâhil, iyi planlanmamış ve yönetilememiştir. Önseçim öncesinde konu Önce İlke Grubu içinde sağlıklı bir biçimde tartışılmamış, her zaman yapıldığı gibi aday belirleme ve önseçim oldubittiye getirilmiştir. Önseçime katılan delegeler, Türkiye Barolar Birliğine başkan seçtikleri bilinciyle hareket etmemişlerdir. Peşin hükümlülük, yandaşlık ve taraftarlık, liyakat arayışına ve Ülke dengelerini gözeten geniş bir bakış açısının kullanılmasına engel olmuştur. Demokratik tartışma ortamı yerine itaat kültürünü esas alan ve anakronik hemşericilik anlayışına yaslanan “İstanbul Barosu 41 yıldan sonra TBB Başkanlığını ele geçirecek” sloganına teslim olunmuştur. Bu slogan ve ön kabuller, gerçek olmayan bilgilerle beslenerek, kendi kendini ikna eden bir yaklaşım üretmiş, seçimi yürüten kadro, seçim sonucundan emin bir şekilde tembelleşmiştir. Öyle ki, seçim bildirgesi dahi yayınlanmamış, ancak Kongre günü yazılı belge dağıtımı mümkün olabilmiştir.
Ayrıca, İstanbul Barosunun kamuoyuna verdiği imajın yarattığı “olumlu hava” ya aşırı bir güven beslenilmiştir. Oysa bu “havanın” çok da olumlu ve yararlı olmadığı, en azından hukuksal tarafsızlıktan sınıfta kalmış Baronun, savunusunu yaptığı değerlere de zarar verdiği ortaya çıkmıştır.
Gerek Baro Başkanı, gerekse seçimi yürüten kadro, grup içinde gittikçe belirginleşen ayrışmayı, ayrışmayı ortaya çıkartan nedenleri ve bu durumun seçim sonucuna etkisini, deneyimlere karşın doğru kestirememişlerdir.
3- Seçim işlerinin yürüten kadro güven vermemiş, sevimsizlik yaratmıştır.
Baro Başkanı tarafından belirlenen on kişilik kadronun ne tür çalışmalar yaptığı bilinmemekle birlikte, basılı malzeme üretmede yetersiz olduğu, yeni bir vizyon ortaya koyamadığı, stratejisini artık iyice eskimiş olan çatışma kültürü üzerine kurguladığı, ya İstanbul Barosu ya da hiç anlayışıyla hareket ettiği anlaşılmıştır. Bu kadro içerisinden Başkanın seçilmesi için canla başla çalışan bir iki üyenin çabası göze çarpar nitelikte olmakla birlikte, özünde soğuk tavır ve antidemokratik yaklaşım tarzı nedeniyle, delegeler üzerinde itici bir etki yarattığı gözlenmiştir.
CHP de Genel Başkan değişikliğiyle başlayan yeni süreçte, sadece siyasal alanda değil, hayatın her alanında yeni bir liderlik anlayışının yerleşmekte olduğu saptanamamış, toplum tarafından çatışmacı lider tipi yerine demokratik liderlik tipolojisinin yeğlendiği görülememiştir. Artık, eleştiriden hoşlanmayan, her şeyi kendi kontrolünde tutmaya çalışan, sert, simgelere düşkün, benmerkezci lider tipi yerine; olaylara eleştirel yaklaşan, bilgi ve belgeye dayalı olarak konuşan, sakin ve sade, araştırmacı, analitik düşünen, katılımı önemseyen, dayanışmacı, paylaşımcı bir lider tipi öne çıkmaktadır. Seçimi yürüten kadro bu olgulardan habersiz ve kendi adaylarının diğer adaylara göre artı ve eksilerini ortaya koyup, artısını öne çıkartıp, eksisini örten bir anlayışla hareket etmemiş, tarafsız düşünerek eksiklikleri ve yetersizlikleri görmemiş, kendisini İstanbul büyüsüne inandırmıştır.
Kongrede Başkanı desteklemek üzere Ankara’ya getirilen destek kadrosu ise içler acısı bir görüntü sergilemiştir. Türkiye’nin dört bir yanından gelen belli bir olgunluğa erişmiş, bilgi ve birikimiyle seçilmiş ve en önemlisi “deneyimli” delegeler karşısında, acemi denilecek Baro çalışanları ile delege markajı yapmak, inandırıcı ve sonuç alıcı olmamıştır.
4- CHP desteği gibi yayılan dedikodular, somut sonuç vermemiş, hatta ters tepmiştir.
CHP nin İstanbul Barosu Başkanını desteklediği, Önder Sav’ın Kongreye gelerek desteğini açıkça göstereceği gibi dedikodular yayılarak seçim sonucuna ve CHP li delegelerin oylarına ambargo konulmaya çalışılması geri tepmiştir. TBB nin bir partinin arka bahçesi olduğu şeklinde yorumlanacak ve diğer adayların da benzer siyasal anlayışa dayandığını göz ardı eden bu kısır yaklaşım seçim sonucunu olumsuz olarak etkilemiştir.
5- Delegelerin baskı altına alınması ters tepmiştir.
Önseçim sürecinden itibaren baskı altına alınan delegeler, sahte güç hesaplamalarının yapılmasına yol açmış, peş peşe yapılan toplantılar delegelerin motivasyonunu olumsuz şekilde etkilemiştir. Toplanmak istenilen destek imzaları nedeniyle güvensiz bir ortam yaratılmış, fikrini açıkça ifade etmekten çekinenler, oluşan baskı nedeniyle, sadece adaylara değil, aday propagandistlerine şirin görünme yarışına girmişlerdir. Bu nedenle, her bir delegenin üç aday için üç oyu olduğu esprisi yapılmaya başlanmıştır.
6- Delegelere sürü anlayışıyla yaklaşılmıştır.
Belki de en üzücü tavır, İstanbul Barosu delegelerinin bir sürü gibi görülmesi olmuştur. Gerçi delege çoğunluğu, başka hiçbir araştırmaya gerek duymadan, adayların kimliğini dikkate almadan, peşin hükümle, sırf TBB Başkanı İstanbul’dan birisi olsun diye Baro Başkanını desteklemiş ise de, bu tutum diğer illerin delegelerinde itici bir tavır yaratmıştır. Bu tutuma Başkanın TBB başkanlığı için yetersiz özellikleri de eklendiğinde olumsuz sonuç kaçınılmaz olmuştur. Önseçimde verilen 43 oyun, Türkiye’nin en büyük ve önemli hukuk kurumu olan TBB başkanlığına yeteceği varsayılmıştır. Hele önseçimden galip çıkan adayın koşulsuz desteklenmesi gibi, diğer adayları göz ardı eden kategorik yanlış, seçim sırasında izlenecek strateji bakımından da hatalar yapılmasına neden olmuştur. Delegeleri bir sürü gibi gören bu anlayış, sadece İstanbul delegeleri bakımından değil, diğer illerin delegeleri için de uygulanmıştır. 3-5 delegesi bulunan baroların dahi bir aday üzerinde mutabakat sağlayamadığı bir ortamda, İstanbul Barosunun 80 delegesinin aynı kişi üzerinde mutabık kalması gibi anti demokratik ve pratiği olmayan bir hevesin peşinde koşulmuştur. Baro Başkanlarının verdiği (!) sözler yeterli görülerek delegelerin kimlik ve kişilikleri ıskalanmıştır. Örneğin, İzmir Baro Başkanının sözüne güvenilerek tüm İzmir delegelerinin İstanbul adayını desteklediği sanısına kapılarak yanlış hesap yapılmıştır.
7- Önce İlke Grubunun asıl temsilcisi birçok ismin dışlanması ve muhalefete itilmesinin faturası ağır olmuştur.
Önce İlke Grubu, hiçbir zaman, bu dönemde olduğu kadar dağınık bir görüntü vermemiştir. Grubun en önemli temsilcileri küstürülmüş, gruptan ve barodan uzaklaştırılmış, grupta kalarak direnen kadrolar ise hasım olarak görülerek kendilerinden yararlanma olanağı yok edilmiştir. Baro Başkanı birlikte yönetme yerine, ben yaparım olur, mantığı ile hareket etmiştir. TBB Başkanlık seçimi sürecinin yarattığı gerginlik, grubun parçalanma olasılığını artırmıştır. Grup, enerjisini kendi içindeki mücadele ile tükettiğinden, dışa dönük bir sinerji üretememiştir. Ayrıca, grubun ve baro yönetimin kendisini hapsettiği dar anlayış, genel sorunların görmezden gelinmesine neden olarak başarısızlığı artırmıştır.
8- Baro yönetimindeki bölünmenin bedeli ödenmiştir.
Türkiye Barolar Birliği başkanlık seçiminde alınan sonuç, bir bakıma İstanbul Barosu Yönetiminde yaşananların diyeti gibidir. Kendi yönetim kurulunu ikiye bölen ve yönetmeyi beceremeyen bir anlayışın Türkiye Barolar Birliğini nasıl yöneteceği sorusu ciddi bir biçimde karşımıza çıkmıştır. Baro Yönetimden uyumlu çalışma beklemek hayal olmuştur. Ülkenin içinde bulunduğu durum, hukuk, yargı ve avukatlık sorunları karşısında toparlayıcı bir vizyon ve doğru hedefler ortaya konulmamış, salon tahsisi gibi, basit ve küçük işlerle uğraşma tercih edilmiştir. Avukatları dışlayan ve bir sisteme dayanmayan yönetim anlayışı, avukatlar arasında sınırlı bir destek üretebilmiş, bu destek ise seçimde başarı için yeterli olamamıştır.
SONUÇLAR
1- Seçimi İstanbul Barosu değil, adaylaştırılan Başkan ve ekibi kaybetmiştir.
İstanbul Barosu adı öne çıkartılarak, hatta İstanbul Barosu adı altına sığınılarak girilen seçim sonucundan İstanbul Barosu değil, TBB başkanlığına uygun adayı belirleyemeyen, Barolar Birliği delegelerinin taleplerini sağlıklı şekilde değerlendiremeyen kadro ve adaylaştırılan Başkan kaybetmiştir. Ayrıca bu seçim sonucu, Başkanın çevresinde toplanan kadroların Önce İlke Grubunu ve değerlerini temsilde yetersiz ve başarısız olduğunu ortaya koymuştur. Baro faaliyetlerinde ortaya konulan başarısız tutum, kamuoyunun değer atfettiği anlayış ve kişilerin Baroya yabancılaştırılması, hukuk politikalarında izlenen yol, Baronun dar bir çevreye ve anlayışa hapsedilmesi başarısızlıkta önemli rol oynadığından elde edilen sonuçtan İstanbul Barosu değil, Baro adını kullanarak seçime girenler sorumlu tutulmalıdırlar. Baronun yansıttığı bu görüntü, kamuoyunda da, savunulan değerlere verilen katkıyı azaltıcı bir rol oynamaktadır. İçine girilen bu olumsuz durumdan çıkmak için “artık çok geç” denilecek bir noktaya gelinmiştir.
2- Baro Başkanının çevresine topladığı kadroların yetersizliği ve sınırlı nitelikleri, Anadolu’dan görülecek kadar bariz bir duruma gelmiştir.
Baro Başkanı, demokratik bir hak olan eleştiriden fazla hoşlanmayan, benmerkezci tutum takındığı için, çevresinde, “evet efendim” ci bir grubun toplanmasına neden olmuştur. Başkanla “uyumlu” çalışmaktan başka amacı olmayan, sınırlı niteliklere sahip bir kadrodan yaratıcı bir yenilik üretmesi beklenmemelidir. Farklı düşünenleri kendi geleceği bakımından potansiyel rakip gören anlayış, baro yönetiminde kavgaların çıkmasına ve iş üretilememesine neden olmuştur. İstanbul Barosu, tarihinin en verimsiz dönemini yaşayan, günlük işlerin yapılmasının başarı olarak gösterildiği bir sürece girmiştir. Sonuç olarak başarısız performans Anadolu’dan görülür hale gelmiştir. Yeni Yaklaşımlar Platformu tarafından yayınlanan 62 maddelik “Baro Yönetimine Öneriler” çalışmasından da anlaşılacağı üzere, Baro Yönetimi çözüm değil, sorun üretmiştir. Bu denli verimsiz bir ortamın, dilden dile söylenerek dört bir yandaki delegelerin kulağına ulaşamayacağını düşünmek safça bir yaklaşım olurdu. Elde edilen sonuçtan, Baroda yaşanan başarısız dönemin önemli ölçüde etkili olduğu anlaşılmaktadır.
3- Seçimin kaybedilmesinde İstanbul Barosu delegeleri arasındaki bölünmeyi bahane olarak kullanmak, başarısızlığın üstünü örtmek demektir.
Adayların aldıkları oylar dikkatli değerlendirildiğinde, üçüncü aday Güneş Gürseler’in aldığı oyların seçimin kaybedilmesinde bir rolünün olmadığı görülmelidir. İstanbul Barosu delegelerinin bir kısmının Güneş Gürseler’e oy verdiği kabul edilse dahi bu sayının 5-10 delegeden fazla olmadığı bilinmektedir. Kaldı ki, iki adayla seçime girilse dahi, Seçilen adayın salt çoğunluğu sağlamak için sadece 15 oya ihtiyaç duyması ve Güneş Gürseler’in aldığı 56 oy diğer iki adaya dağıtıldığında, en az 20-25 oyun seçilen başkana gitme olasılığı karşısında, İstanbul Barosu Başkanının iki adayla gidilecek bir seçimde de şansının olmadığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle aradaki 29 oy farkı görmezlikten gelinerek İstanbul Barosu delegeleri arasındaki bölünme bahane olarak kullanılmamalıdır.
SON SÖZ
Yukarıda sıralanan gerekçelere daha birçok başlık eklenip, farklı açıklamalar yapılabilir. Aslında burada dile getirilmeyen birçok şey seçim süresince acımasızca yaşanmış bulunmaktadır. Özellikle yaygın bir ikiyüzlülük ve boşalacak başkanlık nedeniyle kendisine yer açılacağını düşünenlerin pusuya yatmış fırsatçılığı grubun katılımcıları arasında onarılmaz yaralar açmış, başkana oy vermeyenler, “hainlik”, “namussuzluk” gibi sıfatlarla suçlanmıştır. Bunlar, sebep olanların kişilik düzeyleriyle ilgili olup, bu yazının konusu değildir. Kuşkusuz, seçimi kaybedenlerin de yukarıdaki görüşlere karşı, kendi argümanları olacaktır. Ancak Atatürk’ün bir sözünü burada anmadan geçmemek gerekiyor. “Hiçbir mazeret, başarının yerine geçemez.” Sonuçta hedefe ulaşılamamış, seçimi başka aday kazanmıştır. İstanbul Barosu tarihinde, bu seçim sürecinde yaşananlar özgün yerini alacaktır. Elde edilen başarısızlığa mazeret üretmek yerine bundan sonrası için yaşanan süreçten dersler çıkarmak gerekmektedir.
Av. Başar YALTI 22 Haziran 2010