Barolar öncelikle bir meslek örgütüdür. Barolar, avukatlığa ilişkin sorunlar konusunda çözümler üretmek, bu çözümlerin hayata geçmesi için çalışmalar yapmak zorundadır. Avukatlığın onlarca başlıkta toplanacak sorunları arasından belki de en önemlisi, meslekte yaşanan değişim ve dönüşümdür. Avukatlık, son yıllarda yaşanan ekonomik ve toplumsal değişim ve dönüşümlerden büyük ölçüde etkilendi. Klasik anlamıyla bir savunma mesleği olarak bilinen avukatlık, küreselleşmenin etkisiyle gelişen ulusal üstü hukuk ve sözleşmeler hukuku çerçevesinde, klasik hukukçu kimliğinden uzaklaştı, neredeyse hukukteknisyenliğine dönüştü. Özellikle, uluslararası sermayenin hukuksal güvenliği için hizmet veren bürolarda çalışan avukatlar, önlerine konulan işle sınırlı olarak düşünen, kendilerine verilen işi yapıp parasını alan bir eleman haline gelerek, klasik avukatlığın “kamusal” niteliğinden, halkın ve kamunun sözcüleri olma özelliğinden ve adalet değerinden uzaklaşarak birer hukuk teknisyeni oldular. Benzer bir sorun, icra hukuku alanında çalışan avukatların, “tahsilata” yönelik işlerle ilgilenmek zorunda kalması sonucu, hukukçu kimliğinden uzaklaşmasıyla ortaya çıktı. Avukatı bağımlı hale getiren ve işçileştiren, avukatlığı kamusal hizmet niteliğinden uzaklaştıran bu gelişmeler karşısında Baroların, sorunlara çözüm üretme sorumluluğu taşıdığı açıktır.
HUKUKUN ARAÇSALLAŞMASI
Modern hukuk, insanı, hukukun kaynağı ve ölçüsü haline getirmiştir.
Hukukun özü, insan hak ve özgürlüklerinin, insanlık onurunun korunmasıdır. Hukuk, insanların özgürlük, eşitlik ve güvenlik ihtiyaçlarına cevap vermek zorundadır. Bu, adaletin yerine getirilmesi olarak da tanımlanabilir. İnsan hak ve özgürlükleri sadece bireysel hakları değil, çıkar gruplarının haklarını, toplumsal yararı da kapsar. Hakların herkese karşı korunması devlet olmanın bir gereği ve sorumluluğudur. Bu alana müdahale ancak, daha üst, daha büyük bir yarar adına, kamusal yarar adına yapılabilir. Siyasal iktidar veya onun içinden çıktığı yasama organının, böyle bir kararı verirken nesnel ve evrensel davranması mümkün görülmediğinden, bir hukuk devletinde, böyle bir kararı yargı organının verebileceği öngörülmüştür. Bu kabul, hukukun özerkleşmesini, özerk (tarafsız ve bağımsız) bir kurum olarak örgütlenmesini gerektirmiştir. Hukuk düzeninin özerkliği, adalet ölçütünü kendisine ilke edinmesinden ve insanlığın ürettiği değerlerle bağ kurmak zorunluluğundan da kaynaklanır. Hukuka olan güven duygusunu, edindiği yapısal özerkliği sağlar.
Küreselleşmenin, Dünyayı tek kutuplu bir hale dönüştürüp, ulus devletin değerleri olarak ortaya çıkan tüm değerleri, bu arada demokratik devlet ve hukuk devleti kavramlarını uluslararası sermayenin hedef ve çıkarlarına göre şekillendirmeye çalıştığı biliniyor. Bunun sonucu olarak gelinen yeni aşamada, demokrasi ve hukukun toplumsal bir değer olmaktan uzaklaşarak özerkliğini büyük ölçüde yitirdiği ve araçsallaştığı görülüyor.
Böyle bir ortamda, hukuku koruyacak olan onun yapısallığıdır. Hukuksal yapısallık, sadece mahkemeler örgütü olarak algılanırsa, toplumdan kopuk ve her türlü dış müdahaleye açık bir görüntü ister istemez ortaya çıkıyor. Türkiye’de, son zamanlarda hukuka yapılan saldırılar karşısında, hukukun ne derecede korumasız olduğunun görülmesi bundandır. Oysa hukuk düzenin asıl sahibi, toplumun kendisi olmalıdır. İşte bu noktada, özerk hukuk yapısıyla toplum arasındaki ilişkiyi sağlayacak tek kurumsal yapının barolar olduğu, olması gerektiği gerçeği karşımıza çıkıyor.
Hukuku toplum adına koruma ve kollama görevi, baroların varlık nedenidir. Ancak barolarımızın, hukuk alanında olup bitenler karşısındaki suskunlukları, hatta hukuk ağır darbeler alırken kimi baroların ellerini ovuşturmaları gözden kaçmamıştı. Türkiye’ de, 78 Baroya bağlı, yaklaşık 70.000 avukat bulunuyor. Bu sayının yarısından çoğunu İstanbul ve Ankara Barolarına bağlı avukatlar oluşturuyor. Bu yıl barolar için seçim dönemiydi. Dikkat çekici bir biçimde, İstanbul ve Ankara barolarına bağlı avukatlar, hükümetin yargı alanına yaptığı müdahalelere ve yaşanan yargısal skandallara adeta yanıt verircesine, iktidardaki siyasal anlayışa aykırı görüş taşıyan listeleri büyük oy oranları ile yönetime seçtiler.
Bu arada, 6/7 Kasım tarihlerinde yapılan İstanbul Barosu Genel Kurulunda yeni bir umut ışığı belirdi. Hukuka sahip çıkma cesaretini gösterecek bir yönetim işbaşına geldi. Genel Kurulda, topluma korku salma aracı haline getirilen, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması ve yargılamaların normal usullerle yapılması, oybirliğiyle kabul edilerek, gerekli çalışmaları yapması için Baro Yönetimine görev verildi.
İstanbul Barosunun bu konuda başlatacağı çalışmanın bütün hukuk kamuoyundan büyük destek göreceğini umuyor ve siyasal iktidardan da, bu büyük hukukçu iradesine saygı göstermesini ve gereğini yapmasını bekliyoruz. Ancak siyasal iktidarın bugüne kadar ortaya koyduğu irade, talebin kolay gerçekleşmeyeceği yönünde.
Avukatlık Yasasında, barolar, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olarak tanımlanmışlardır. Mevcut anlayış, baroların görevlerini yerine getirmesine yetmemektedir. Baroların, avukatlara ve topluma karşı görevlerini yerine getirebilmesi, siyasal iktidar karşısında etkili bir baskı gücü oluşturmaları için yeni bir yapılanma anlayışına gereksinim var.
Baroların yeni yapılanma anlayışı, yaşanan kurumsal uyuşukluğun yenilmesi üzerine oturtulmalıdır. Katılımcılığın sistematik olarak sağlanacağı bir yapının gerçekleştirilmesi, barolar için ön koşuldur. Baronun hukuka, avukatın baroya yabancılaşması sorunu da elbette çözülmelidir. Kurum olarak baroların entelektüel kapasitesinin artırılması yeni yapılanmanın öncelikleri arasında olmalıdır.
Ancak bu şekilde hukuksal sorunları çözme yeteneği olan bir baro yapısı oluşturulabilir ve böyle bir baro, hukuk güvenliğini sağlamada, adil yargılamanın önündeki engelleri aşmada, tarafsız ve bağımsız bir yargı sisteminin kurulup işlemesinde, topluma yardımcı olabilir.
Av. Başar YALTI