Otoriter rejimlerin genel karakteridir. Hiç beklenmedik bir anda, hatta en güçlü gözüktükleri bir sırada küçük bir kıvılcımla bu tür rejimlerin iktidarları alaşağı olurlar. Şimdi de böyle oluyor. Dünya kamuoyunda özel bir beklenti yokken önce Tunus’ ta halk ayaklanması başladı. Şimdi Mısır halkı sokaklarda ve değişim istiyor.
Televizyonlardan, sanki yanı başımızda oluyormuş gibi izlediğimiz son olayların nasıl sonuçlar doğuracağını tam olarak kestiremesek de, şu ana kadar yaşananlardan çıkartılacak birçok ders var.
İlki şu: Küresel bir dünyada yaşıyoruz. İletişim devriminin dünyayı küresel bir köy haline getirdiği bir kez daha kanıtlandı. Halk ayaklanmalarının ardındaki en önemli gücün iletişim araçları, özellikle internet, özetle sosyal medya olduğu anlaşıldı.
Asıl öğretici gelişme ise otoriter yönetimlerin kendi polisine güvenerek artık fazla hükümran davranamayacakları…
Otoriter karakterli ülkelerde siyasal rejimlerinin ilk işi, kendi denetimlerinde bir polis gücünü örgütlemek olmaktadır. Bu tür ülkelerin hepsinde polis; halka, topluma karşı değil, siyasal iktidarı elinde tutan güce karşı sorumlu bir silahlı güç olarak organize edilir. Çünkü bu tür rejimlerde en büyük korku, muhalefetin varlığıdır. Muhalefeti yok etmek, en azından denetim altında tutmak için bütün yol ve yöntemler denenir. Kitle iletişim araçları rejimin korunması ve sürdürülmesi için propaganda amaçlı olarak kullanılarak dezenformasyon yaratılır. Alınan önlemlere karşın muhalefet belli ölçülerin dışına taşarsa, korku yaratarak toplumu bastırmak üzere “polis devleti” kurmaktan geri durulmaz.
Otoriter rejimlerin silahlı polis gücünü önemsemelerinin bir başka nedeni, kendi silahlı kuvvetlerine duydukları güvensizliktir. Hangi ülkeye ait olursa olsun, silahlı kuvvetlerin genel karakteri, -çok az sayıdaki istisnalar hariç- halkın genel sevgi ve saygısına sahip olmasıdır. Kendi çocuklarından oluşan bir orduya karşı halkın başka türlü duygu beslemesi mümkün değildir. Bizzat kendisi despotik bir siyasal sistemin unsuru haline gelmemiş silahlı kuvvet, otoriter yönetimlere daima mesafelidir. Demokrasilerde zaten siyasetin dışında olması gereken silahlı kuvvetler, bu konumlarıyla tarafsız bir görüntüye de sahip olurlar. Böylece bir yanda saygınlığı olan, gurur duyulan, halkın sevgiyle baktığı silahlı kuvvetler ile diğer yanda, iktidara yamanmış, sevilmeyen ve güven duyulmayan bir polis gücü bir arada var olabilir.
Tunus ve Mısır da, siyasal rejimlerin sıkı bir polis örgütüne sahip oldukları biliniyor. Her yana yayılmış bir polis gücünün temel amacının, siyasal rejime muhalif kesimlerin üzerine korku salmak olduğu çok açık. Ancak TV ekranlarına yansıyan görüntüler ve gazete haberleri, halkın meşru bir taleple ortaya çıktığı durumlarda, silahlı polis gücünün önleyici etkisinin olmadığını ortaya koydu. Hatta polisin bu tür olaylardaki görünürlüğü, uyguladığı şiddet ve insan haklarına aykırı uygulanmaları akla getirerek, kitleler için ateşleyici bir etki bile yaratmaktadır. Polisin ayaklanan halk kitlelerine ateş açması ise halk tepkisinin artık geri dönülmez noktalara dönüşmesine neden olmaktadır. Çünkü hukuk dışına taşmış polisiye yöntemler, halkı aşağılayan bir bakış açısına dayanır ve halk ile iktidarın arasının gittikçe açılması, iktidarla halkın yabancılaşmasını artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Toplumsal kargaşanın derinliğine yaşandığı bu gibi durumlarda silahlı kuvvetlerin takınacağı tutum çok önem kazanır. Bozulan kamu düzeninin (rejimin değil) yeniden kurulmasında eldeki tek organize güç silahlı kuvvetlerdir. Bu nedenle silahlı kuvvetler halkın ordusu olmayı başarırsa, despotik yönetimlerle özdeşleşmiş polisin varlığına karşın kamu düzeni ve güvenliği kısa sürede yeniden kurulabilir. Aksi taktirde karanlık ve faşizan bir tablonun ortaya çıkması kaçınılmaz, yaşanan kargaşanın bilançosu çok ağır olabilir. Ancak görüldü ki, gerek Tunus’ta, gerekse Mısır’da ordu demokratik taleplerle ayaklanan halka karşı çıkmadı. Halkın ortaya koyduğu demokratik direnişi kırmaya ise polis gücünün yetmediği görüldü. Halkın tanklar üzerine çıkarak silahlı kuvvetlerle özdeşleşen bir görüntü sergilemesi bundan. Silahlı kuvvetlerine duyduğu sevgi ve saygıdan…
Umalım ki, bu ülkelerde ayaklanan halkların gücü, yerleşik oligarşik güçleri yenerek, ülke kaynaklarının hakça paylaşılacağı, özgürleşmeden, demokrasiden yana adil bir hukuk düzeninin kurulmasına yarasın.
Yaşananlardan çıkartılacak bir dersimiz daha var. Silahlı Kuvvetlerini her fırsatta aşağılamaya çalışan, buna karşın, polisi ordulaştırarak silahlı bir güç haline getirmek için her çabayı gösteren Türkiye’deki siyasal iktidar, yaşananlardan kendisine pay biçmeli diye düşünüyoruz. Bizce, Tunus’ta, Mısır’da olup bitenlerin hepimize öğrettiği en önemli ders bu olabilir…
Av. Dr. Başar YALTI / İstanbul Barosu