Cumhuriyet, aydınlanma felsefesinden beslenen bir modernleşme projesidir.
Endüstrileşmenin sağlanamadığı, kapitalizmin gelişmediği, sınıfların oluşmadığı yoksul bir tarım toplumu olan 20. yüzyıl başlarındaki Türkiye’de modernleşmenin öncelikle siyasal alanda gerçekleştirilmesi ve bunu destekleyen yeni bir hukuksal yapının kurulması gerekiyordu. Öyle de oldu. Modernleşme uygulamaları hukuksal ve politik alanda görünür bir başarı sağladı. Siyasal sistem batılılaştı. Ulus devletin ana kurumları yerleşti. Özellikle devletin hukuksal yapısı tümüyle yenileşti. Ancak, muhafazakar değerlerin derinliğine yerleşik olduğu kapalı bir tarım toplumunda modernleşmenin diğer alanlarda, özellikle sosyal ve kültürel alanlarda hayata geçirilmesi kolay değildi. Nitekim, erken başlayan popülist uygulamalar sonucunda Cumhuriyet, modernitesini tamamlayamadan, bir burjuva sınıfı dahi oluşturamadan, gelenekselci muhafazakârların eline geçti. Demokrasi gelişmeden yozlaştı.
Oy çokluğu anlayışına indirgenen ve değer üretmekte yetersiz kalan yoz demokrasi, katı bir muhafazakârlığın, Cumhuriyet’i beceriksiz yönetimlerden teslim almasına zemin hazırladı. Aşiret / tarikat – cemaat karması dinci bir muhafazakârlık Türkiye’yi yönetmeye başladı.
Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak nitelendirilen “Cumhuriyet”, uzunca bir süreden beri, niteliklerindeki yetersizlikler öne sürülerek, geniş çevreler tarafından eleştiriliyordu. Demokrasinin bürokratik - askeri vesayet altında olduğu, halkçı bir karakter kazanamadığı, laikliğin dinsizlik olarak uygulandığı, özgürlüklerin geliştirilemediği, yargının Meclisin egemenliğine el attığı ileri sürülerek yapılan bu eleştiriler, mevcut siyasal iktidarın ekmeğine yağ sürüyordu. Cumhuriyeti değiştirmeyi, dönüştürmeyi amaçlayan, ancak başlangıçta ürkek bir görüntü veren siyasal iktidar, Cumhuriyeti hedef alan bütün eleştirileri ve eleştirenleri hemen sahiplendi.
Liberaller ve bazı sol kesimler, özgürleşme ve demokratikleşmeyi gerçekleştirecek siyasal özneyi bulduklarını sanarak siyasal iktidarı açıkça desteklediler. Siyasal iktidar, cumhuriyeti ve kurumlarını yıpratma, değiştirme /dönüştürme projesine açık destek sunan bu fırsatı kaçırmadı ve olabildiğince yararlandı. Önce bürokrasi ele geçirildi. Kamuoyu yapıcıları devreye girdi sonra. Medya ele geçirildi. Toplumun ve yurttaşların zihinsel haritası böylece denetim altına alındı. Toplumda, zihinsel bir körleşme yaratıldı. Sanal suç ve suç örgütleri üretildi. Aydınlar, muhalifler gözaltına alındı, tutuklandı. Hepimizin gözleri önünde yaratılan bir korku toplumu ile susturulduk. Üniversiteler sessizliğe büründü. Sermaye el değiştirdi. Daha sonra yargıda elde edilen koçbaşı kullanılarak silahlı kuvvetlere karşı savaş açıldı. Dokunulmaz sanılan TSK nın ne denli kendisini savunamaz halde olduğu, tarihinde görülmedik şekilde aşağılanmasıyla ortaya çıktı. Polis, karşı bir güç olarak örgütlendi.
Uzun bir süreden beri siyasal mücadele yargı üzerinden, açılan siyasal davalar üzerinden yürütülüyordu. Yargıç atamaları yoluyla alt kademe mahkemelerin denetiminde zorlanmayan iktidar, yüksek yargı ile hesaplaşma zamanının geldiğine inanıyor olacak ki, Anayasa değişikliğini yürürlüğe koydu. “Yetmez ama evet” çi destekle Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu ve Anayasa Mahkemesinin yapısı değiştirilerek önemli iki mevzii daha denetim altına alındı. Sıra Yargıtay ve Danıştay ile hesaplaşmaya gelmişti. Bu iki “kalenin(!)” düşmesi için hazırlanan yeni bir yasa, Cumhurbaşkanı tarafından iki günde onaylanarak Yargıtay ve Danıştay’ın yapısı değişime hazır hale getirildi. Kurulan yeni dairelere birkaç gün içerisinde yapılacak yargıç atamalarıyla her şey çok daha netleşecek. Özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde görülmekte olan davaların sonucu bakımından endişe etmek artık gerekmeyecek.
O zaman sormalıyız. Nereye kadar? Çünkü ürkekliğini çoktan üzerinden atan siyasal iktidarın hamleleri durmuyor. Yeni bir siyasal sistem ve rejimin yapı taşları bir bir örülüyor.
Güncel iki yasa tasarısı bu görüşü doğrular bir şekilde yeniden Meclis gündemine geliyor. Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanun Tasarılarının yaratacağı etkinin boyutlarını dikkatle izlemek gerekiyor.
Jean Claude Paye, Hukuk Devletinin Sonu adlı kitabında (s.21), hukuk sadece ideoloji değildir, aynı zamanda toplumu düzenlemenin etkin bir yoludur. Hukuktaki değişim yeni bir siyasal yapının kurulmasına tanıklık eder, yeni yapıyı meşrulaştırır. Bu çerçevede yapılacak hukuksal bir analiz, hegemonya ilişkisini niteliğini ortaya koyar, demektedir.
Hukuk ve yargı alanında olan bitenlerin yukarıdaki özetinden çıkartılacak siyasal sonuç şudur: Küresel güçlerin Ortadoğu’da gerçekleştirilmek istedikleri yeni yapılanma nedeniyle Türkiye dönüştürülüyor.
Arkaik, anti demokratik ve otoriter siyasal yapılarıyla küresel sistemle uyumsuz görüntü veren Ortadoğu (Müslüman) ülkelerinin yeni bir siyasal ve toplumsal yapıya kavuşturulması zorunluluk haline geldi. Bu ülkelerin İran etkisinden sıyrılmaları için de böyle bir gereksinim kendisini dayatıyor. Yeni bir devlet ve toplum modeli aranıyor, bu ülkelere. Bu örnek, Atatürk tarafından temelleri atılan; fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür bireylerden oluşan modern bir Türkiye değil elbet. Görüntüde özgür ve çoğulcu, demokrasisi işleyen, cumhuriyeti azaltılmış, cemaatlerin öncülüğünde muhafazakârlaştırılmış, “ılımlı İslam” a uygun toplumsal bir yapıya kavuşturulmuş, yeni bir Türkiye’dir öne sürülen.
Bir yandan Müslüman ülkeler, Türkiye’nin elde ettiği çağdaşlığa doğru yöneltilirken, öte yandan Türkiye’yi Ortadoğu haritasının karanlığına iten bir projedir hayata geçirilmek istenilen. Medyanın üzerinde sallanan kılıç da bu yüzden, tutuklamalar da bu yüzden, askerin başına çuval, ellerine kelepçe geçirilmesi de bu yüzden, halkın ordusuna karşı hükümetin polisinin öne çıkartılması da bu yüzden, satın alınan kalemlerde bu yüzden, üniversitelerin suskunluğu da bu yüzden…