YENİ ADLİ YIL VE BAROLAR

Yargının siyasetin savaş alanına dönüştürüldüğü ve bilinen sancılı sorunlarının henüz çözümlenmediği bir ortamda Yeni Adli Yıla girmiş bulunuyoruz.

Dünyanın tek kutuplu bir hale dönüşmesinden, ulus devletlere içeriden ve dışarıdan yapılan saldırılardan sonra, ulus devletin değerleri olarak ortaya çıkan tüm özellikleri, bu arada demokratik devlet ve hukuk devleti kavramları uluslararası sermayenin hedef ve çıkarlarına göre şekillenmeye başladı. Bunun sonucu olarak kapitalizmin geldiği yeni aşamada, demokrasi ve hukuk bir değer olmaktan çıkıp araçsallaştı.

Son dönemlerde Türkiye'de yaşananlar dikkatle izlenirse, yargı üzerinden yürütülen mücadelenin bir hukuk mücadelesi olmadığı, karşıt görüşteki politik güçlerin iktidar çekişmesi olduğu, yenidünya düzeninin dayatmalarının meşrulaştırılması amacını taşıdığı, bunun sonucu olarak da hukukun araçsallaştırıldığı kolayca fark edilecektir.

Hukukun, düzeni meşrulaştırma işlevinin de bulunduğunu ve siyasetin devamı olduğunu aklımızda tutarak son aylarda başlatılan soruşturma (Ergenekon) ve davaları (AKP nin kapatılması davası) değerlendirdiğimizde; olup bitenlerin, yargıyı aracı kullanarak toplumda oluşan gerginliği bastırmaya ve yeni bir anlayışı topluma benimsetmeye yönelik sinsi bir yöntem olduğu anlaşılmaktadır.

Cumhuriyetle kazanılmış değerlerinin pazarlık konusu edildiği bu süreçte, birer hukuk kurumu olan baroların; kendilerine yasayla verilmiş görevlerini bile göz ardı edecek kadar eylemsizlik içinde oldukları, hukukun / yargının araçsallaştırılması karşısında sessiz ve tepkisiz kaldıkları üzüntüyle gözlemlenmektedir.

Oysa avukatlarda işlevsel olarak var olan diyalektik ve analitik düşünme becerisi, günümüzde olup bitenleri anlamakta onlara avantaj sağlıyor. Ne yazık ki, avukatlar örgütü olan baroların, bu potansiyeli doğru değerlendirmediği görülmektedir.

Avukatlık Yasasının 76. maddesine göre baroların iki yönlü işlevi bulunmaktadır.

a) Avukatların her türlü gereksinimlerini karşılamak (mesleki görevler).

b) Hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak (toplumsal görevler).

Türkiye'nin kurulu 78 barosunun, yasayla kendisine verilen bu görevleri ne derecede yerine getirdiğinin tartışmaya açılması gerekmektedir. Kimi barolar kendilerini sadece üyelerine hizmet veren yöresel dernek benzeri bir konumda görürken, kimi barolar ise sadece siyasal tavır takınmakla sorumluluklarını yerine getirdiklerini düşünmektedirler.

Halbuki, kapitalizmin ve küreselleşmenin yarattığı değişim karşısında, uluslararası sözleşmeler ve idari düzenlemelerin önem kazanması nedeniyle avukatlık biçim değiştirdi. Avukatlık, sadece savunma mesleği olmaktan çıkıp, ilişkileri düzenleme işlevini de yüklendi. Bu alanda çalışan avukatlar, önlerine konulan işle sınırlı olarak düşünen, kendilerine verilen işi yapıp parasını alan bir uzman haline dönüşerek, klasik avukatlığın "kamusal" niteliğinden, halkın ve kamunun sözcüleri olma özelliklerinden, adalet değerinden uzaklaşarak hukuk teknisyenlerine dönüştüler. Göründüğü kadarıyla Barolar henüz bu değişimin ve yarattığı sonuçların ayırdında değiller. Çünkü baroların olup biten olaylar karşısında tepkisiz kalmasının bir nedeni de, avukatların kendilerinde kamusal bir sorumluluk görmüyor olmaları, baroların da kolaycılığa kaçarak örgütsel sorumluluk üstlenmemeleri gerçeği yatmaktadır.

Oysa baroların hem avukatların hak ve çıkarlarını etkili şekilde koruyup kollayan kurumlar olması, hem de toplumun hukuk adına sırtını dayayabileceği güven kurumları olması mümkündür. Ancak bu şekilde, bir yandan kamusal kimliğini gittikçe yitirerek hukuk teknisyenliğine dönüşen avukatlığı yeniden halkın ve kamunun sözcüsü durumuna getirmek mümkün olabilir, diğer yandan toplumda hukuk devletinin / hukukun üstünlüğünün güvencesi ve denetleyicisi olarak barolar varlıklarına anlam katabilir. Daha doğrusu, halkın sözcüsü olma sorumluluğu bulunan avukatlar örgütü baroların, başka türlü örgütlenmesi mümkün değildir.

Hukukun üstünlüğünü, soyut bir kavram olmaktan çıkartıp canlı hale getirmek için öncelikle yapılması gereken ise, hukuksal değerlerin toplumda kabul görür şekilde üretilmesi, bu değerleri koruyacak kuralların yürürlüğe konulması ve değerler ile kuralları hayata geçirecek kurumların oluşturulmasıdır.

Barolar, her üç aşamada da sorumluluk üstlenmesi gereken kurumlardır. Ülkemizdeki 90.000 civarındaki hukukçunun yaklaşık 70.000 kadarını bünyesinde bulunduruyor olmaları bile barolara kendiliğinden bu sorumluluğu yüklemektedir.

Bu nedenle, yaratıcı bir yenilikçiliğin önderliğine en çok ihtiyaç duyulan bu dönemde, avukatlığı koruyup kollayacak, insanlığın gericiliğe karşı tarihsel itirazını dile getirecek, aklın ve bilimin ışığında tasarlanmış bir eylemlilik gerekmektedir. Bu eylemlilik, biz avukatların önünde görmezlikten gelemeyeceğimiz, bir görev olarak durmaktadır.

Sonuç olarak; baroların avukatlara ve topluma karşı görevlerini sağlıklı olarak yerine getirebilmesi için yeni bir paradigmaya gereksinim bulunmaktadır.

Yeni paradigmanın üzerine oturtulacağı temel ilkeler ise; kurumsal uyuşukluğun yenilmesi, katılımcılığın sistematik olarak sağlanacağı kurumsal bir yapının gerçekleştirilmesi, baronun avukata, avukatın baroya olan yabancılaşmasını ortadan kaldıracak yöntemlerin bulunması, baroların entelektüel kapasitesinin artırılması, avukatları özgürleştirecek yol ve yöntemlerin hayata geçirilmesi ve sorun çözme yeteneği olan, yenilikçi bir baro anlayışının üretilmesi olmalıdır. Av. Başar Yaltı, 20.09.2008 CUMHURİYET

Av. Dr. Başar Yaltı
[email protected] | 0212 347 22 41
Cemil Aslan Güder Cad. Mobil Sit. Eser Apt. No:13/7 Gayrettepe, İstanbul