AKP tarafından hazırlanan Anayasa değişikliğiyle ilgili Yasa Tasarısını okuduğunuz zaman, doğal olmayan, insanın aklını, kulağını tırmalayan, “bu işin içinde bir kurnazlık var” dedirten bir duyguya kapılıyorsunuz. Sanıyorum bu nedenle, ön yargılı olmayan herkes tarafından Anayasa değişikliği Tasarısı eleştiriliyor. Ama öncelikle bir konuya dikkat çekmek gerekiyor. Kamuoyuna, sanki 1982 Anayasası ilk kez değiştiriliyormuş gibi bir izlenim veriliyor. Bunun özellikle yapıldığı kanısındayım, çünkü böylece, yapılan değişikliklere, darbe Anayasasından kurtuluyoruz, gibi demokratik bir anlam katılmaya çalışılıyor. Oysa bu yanlış ve Tasarının içerdiği kurnazlığın bir parçası. Bilindiği üzere Anayasanın yaklaşık 1/3 ü, daha önceki dönemlerde değiştirildi. En radikal değişiklikler ise 2001 yılında, koalisyon hükümetleri döneminde 35 maddenin değiştirilmesiyle yapıldı.
Bugün yapılmak istenen ise, asıl olarak, yargının dizginlenmesi, yürütmenin denetimine alınması operasyonundan başka bir şey değil. Çünkü hazırlanan Tasarıda, birkaç olumlu düzenleme yapılıyor gözükse de, temelde Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısının değiştirilmesi, Anayasa Mahkemesi ve HSYK nun yasama ve yürütmeye hakim olan bugünkü siyasal anlayışa uygun olarak yapılandırılması amaçlanmış.
Bu yazıda demokratikleşme görüntüsü altında yapılan kurnazlığın nasıl bir beceri içerdiğini(!) avukatlar bakımından ortaya koymaya çalışacağız.
Hazırlanan taslakta, Anayasa Mahkemesine ve HSYK na avukatlar arasından üye seçilmesi öngörülmektedir. Taslaktaki öneriye göre, Anayasa Mahkemesinin toplam 19 üyesinin 16 sı Cumhurbaşkanı tarafından, 3 ü ise TBMM tarafından seçilecektir. Cumhurbaşkanı, seçeceği 16 üyenin yedisini tamamen kendi tercihlerine göre belirleyecektir. Bunlardan birisinin avukatlar arasından olması öngörülmüştür. Cumhurbaşkanının nasıl tercihte bulunacağı şimdiden bellidir. Bunu rektör seçimlerinde yaptığı tercihleriyle kanıtlamıştır. Taslakta TBMM tarafından seçilecek üç üyeden ikisinin Sayıştay, bir üyesinin ise avukatlar arasından yapılacağı öngörülmektedir. Sayıştay’ın kadro yapısı dikkate alındığında hangi anlayışa uygun olanların seçileceklerini kestirmek zor olmasa gerek. Sorun, TBMM tarafından avukatlar arasından yapılacak seçimin şansa bırakılmaması noktasında toplanmaktadır. Bu seçimi şansa bırakmamak için Taslağı hazırlayanların belirlediği yöntem, niyetlerini açığa vurmaktadır.
Taslağa göre, TBMM tarafından avukatlar arasından seçilecek üye, baro başkanlarının belirleyeceği üç avukat arasından yapılacaktır. Aday belirleme yöntemiyle ilgili 146. maddeye göre “Baro başkanlarının avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.” denilmektedir.
İşte sorun ve kurnazlık bu maddede gizli olup, neyin hedeflediğinin açıklanması gerekiyor.
Avukatlık Yasası gereğince en az 30 avukat bulunan İl merkezlerinde Baro kurulması ve avukatların bulundukları ilin Barosuna üye olması zorunludur. Türkiye’de şu anda 78 baro bulunmaktadır. Barolar, Avukatlık Yasası gereğince Türkiye Barolar Birliği çatısı altında örgütlenmektedir. Türkiye Barolar Birliğinin, bütün baroların sayıları oranında temsil edildiği “Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu” adında temel bir organı bulunmaktadır. Özetle, Türkiye’deki bütün avukatları temsil eden temel organ, baro başkanları değil, Türkiye Barolar Birliği Genel Kuruludur. Türkiye Barolar Birliği Başkanını, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunu ve diğer organlarını Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu seçmektedir. Eğer Anayasa Mahkemesine seçilecek üyelerin demokratik bir anlayışa dayalı bir yöntemle belirlenmesi istenmiş olsa idi, TBMM bildirilecek üç adayın da Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu tarafından belirlenmesi gerekirdi. Oysa Türkiye Barolar Birliği Taslakta by -pas edilmiştir. Çünkü Taslağı hazırlayanlar, TBB Genel Kurulundan Taslağı hazırlayanların anlayışlarına uygun bir adayın çıkma şansı olmadığını çok iyi bilmektedirler. Bu nedenle, sanki çok demokratikmiş gibi görünen, baro başkanlarının aday belirlemesini, üstelik her baro başkanının ancak bir aday için oy kullanması yöntemini icat etmişlerdir.
Türkiye Barolar Birliği kayıtlarına göre (www.barobirlik.org adresinden verilere ulaşılabilir) Türkiye’de, 31 Aralık 2009 tarihi itibariyle mevcut 78 baroya kayıtlı toplam 66.260 avukat bulunmaktadır. Türkiye’deki avukatların %60 ı,yani kırk binden fazlası, üç baroya, İstanbul, Ankara ve İzmir barolarına kayıtlıdır. Buna karşılık Türkiye’deki avukatların sadece %6 sını (dört bin kadarını) temsil eden 39 baro bulunmaktadır. Benzer şekilde, bütün avukatların %22 sini temsil eden baro sayısı 66 iken, toplam avukat sayısının %78 ini oluşturan baro sayısı ise sadece 12 dir. İşte Taslağı hazırlayanların kurnazlıkları bu rakamlarla ilgilidir. Taslaktaki anlayışa göre, 25.000 üyesi bulunan ve içerisinde 714 tane (örneğin) Siirt Barosu barındıran İstanbul Baro Başkanının oyu ile 35 üyesi bulunan Siirt Baro Başkanının oyu aynı ağırlıkta olmaktadır. Yani temsilde adalet 714 kat sapmaktadır. Taslağı hazırlayanların demokratik anlayışını en çarpıcı biçimde ortaya koyan sonuç budur. Çünkü kaba kurnazlıkları gereğince ve pratik gerçeği de dikkate alarak, az üyeye sahip baroların büyük çoğunluğunun Doğu, Güneydoğu ve Orta Anadolu barolarının oluşturduğunu, bu yörelerdeki baroların, büyük ölçüde taslağı hazırlayan siyasal anlayışa uygun davranacaklarını umuyorlar. Kısacası TBMM nin işini çok kolaylaştırıyorlar.
Taslağı hazırlayan anlayış, Anayasa Mahkemesine bir üyenin bile farklı bir anlayıştan seçilme olasılığına tahammül gösterememekte, zorlama yöntemler icat ederek yargının tepesini en az 12 yıl süreyle ipotek altına almaya çalışmaktadır. Soruna yüzeysel bakan sözde demokratlar bu durumu görmemiş ya da görmezden gelmiş olabilirler. Ancak, kuzu postuna bürünmüş kurt kimliğinin fark etmek için üstün zeka gerekmiyor. Çünkü kral çıplaktır.